31 Aralık 2010 Cuma

2011..



sevdiklerinizin hep yanı başınızda olacağı, onlara her daim yeterli zamanı ayıracağınız

size sıkıntı veren her ne ise onu veya onları hayatınızdan çıkarıp yepyeni ve güzel başlangıçlar yapacağınız

tercihen zor kararlar vermek zorunda kalmayacağınız ama velev ki böyle bir durumla karşılaştınız; seçtiklerinizin vazgeçtiklerinizden değerli olduğu ve dolayısıyla pişmanlık yaşamayacağınız

sağlıklı, mutlu, huzurlu, başarılı, bol kazançlı ama hepsinden önemlisi umudunuzun hiçbir zaman eksilmediği bir yıl dileğiyle..

nice senelere..

26 Aralık 2010 Pazar

KEnDİ gibi olabilmek mesele..



"gelir dalgın bir cambaz
geç saatlerin denizinden
üfler lambayı
uzanır ağladığım yanıma..
geçer sokaktan bakışsız bir kedi kara
çuvalında yeni ölmüş bir çocuk
kanatları sığmamış.."


"seni çok iyi yerlerde göreceğiz, ben buna eminim" diyen ses var şu sıra kulaklarımda.. her yöne çekilebilecek kelimeleri seçmeyi iyi bilir, "huyudur" diyip gülümsüyorum usulca.. "çok iyi yerlerde göreceğiz" demekten kastı "en kaliteli laminant parkede sürünmem" de olabilir pekala!

vazgeçiyorum, o bilmiyor..

derken başka bir ses başka bir görüntü beliriveriyor.. iki eliyle omuzlarımdan sımsıkı tutmuş bana "demoralize olma" diyor.. çabalamam gerektiğini söylüyor ve ekliyor: "güçlü ol!"

o kadar yoruldum ki güçlü olmaktan! o da bunu bilmiyor..

peki ya ben?

bense hiçbir şeyi bilmiyorum artık.. ne yapmam lazım? hangi yöne gitmeliyim? gerçekten istediğim ne veya kendi mutluluğum için neyi istemeliyim?

işaret bekliyorum her zamanki gibi.. biliyorum, geleceğinden asla emin olamayacağım bir işareti beklemekle aslında ben iflah olmaz bir deliyim!

bugüne kadar nasıl yön verdiyse hayatıma, nasıl esirgediyse koruduysa beni, olabilecek en az hasarla nasıl çıkardıysa yangınlardan bu sefer de bir işaret yollayacaktır biliyorum.. buna bütün kalbimle inanıyorum..

pencereden bakıyorum.. şapşal bir kedi tel örgünün üstüne çıkmış.. öyle çok yavru sayılmaz ama pek büyük de denilemez hani.. incecik yerde yürümeye çalışıyor.. ip üstündeki cambaz misali.. "atla" diyorum içimden "nasıl olsa dört ayak üstüne düşeceksin, benim gibi değilsin sen!" ama o atlamıyor.. büyük bir sabırla ve attığı adımlara dikkat ederek yürümeye devam ediyor.. ha düştü ha düşecek derken tel örgünün bitişi bir çardakla birleşiyor.. sonra bizim kedi kendini kolayca düze çıkarıyor..

bir işaret mi bu şimdi? bilemedim.. ama düşününce..neden olmasın ki?! biliyorum, yeni yıla radikal kararlarla girmeli..!

NOT: gerçi biliyorsundur ama ben yine de söyleyeyim dedim, daha büyük ve daha gözüme sokarcasına göndereceğin bir işareti dört gözle beklediğimi.. şey bir de azıcık çabuk göndermeni rica etsem çok şey istemiş olmam heralde di mi? :)

25 Aralık 2010 Cumartesi

CAN'ıma..


21 yıl önce bugün kendimi bir anda abla oluvermiş bulduğum gibi, o da bulsun istiyorum ansızın beni! hayatıma giriversin hiç beklemediğim bir anda, tıpkı kardeşim gibi.. sanki benden alıp götüreceklermiş gibi sıkı sıkı sarılayım ona da, sımsıkı tutayım onun da ellerini.. CAN'ım kadar seveyim onu da istiyorum.. vazgeçilmezim olsun o da benim, "o'nsuz olmaz" diyeyim.. bazen bir damla huzur için başımı boynuna gömeyim, bazen de benimle uğraşmasını hem gülerek hem de ucundan azıcık sinirlenerek izleyeyim..

"canın çok mu acıyor?" diye sorsun o da, başımın altına en yumuşak yastığı koymaya çalışıp bir yandan da ıslak yüzüme nemli ve endişeli gözlerle bakarken.. "şşşşşş tamam" desin o da hıçkırıklarımın arasında banyoda yüzüme su çarparken..

"öpiiiimmmm mmiiii" diye karşılayayım onu da kapıda.. gülerek girsin evden içeri.. "sen seviyorsun diye çikolata aldım ama yolda dayanamayıp yarısını yedim" desin mesela o da.. ben güleyim bu sefer.. deli gibi sevineyim "beni düşünmüş" diye, yarısını çoktan midesine indirmiş olsa bile..

abla oldum ben bundan tam 21 sene önce.. abla olmak benim seçimim değildi.. dediğim gibi, kardeşim hayatıma ben daha ne olduğunu anlayamadan bir anda girdi.. ama ne mutlu ki hayatımda olduğu için, abla olduğum için pişman olduğum tek bir saniyem geçmedi.. (ve evet o'nun için de pişmanlık duyacağım tek bir saniyem olsun istemiyorum tahmin edebileceğiniz gibi)

o yüzden şimdi diyorum ki: "iyi ki doğmuşsun CEVCÜT'üümm, iyi ki abla yapmışsın beni!"

22 Aralık 2010 Çarşamba

sakla yamalarını kalbim..


sığındığınız limanın artık sizin için limanlığa vakit ayıramayacağını hissettiğinizde.. sırf bu yüzden her şey üstünüze üstünüze gelirken ve siz içinde bulunduğunuz durumdan boğulurken geminizi ona çekemeyip öylece bir köşede beyhude yere denizin durulmasını beklediğinizde..

öncelik listesinin üst sıralarında başladığınız (en azından sizin öyle zannettiğiniz veya farz etmek istediğiniz) serüvende son sıralarda bir yere gerilediğinizi fark ettiğinizde..

her şeye rağmen kendinizi karşınızdakinin yerine koyup onu haklı çıkarabilmek, onu anlayabilmek için kendi kendinize bin bir bahane üretmeye yeltendiğinizde.. ve bu bahaneler size korkutucu bir şekilde tanıdık geldiğinde, geçmişten yine yeni yeniden nefret ettiğinizde.. bu nefreti kimseye yansıtamayacağınız için kendinize yöneltip kendinizden soğur hale geldiğinizde..

"yok, bir daha kimsenin beni ağlatmasına izin vermicem" diye kendinize söz verdiğiniz halde gözlerinizden süzülenleri engelleyemediğinizde..

ne yaparsınız?

ben bunları düşününce daha da çok ağladım.. ağladıkça açılmıyor insan, bir kez daha anladım!

19 Aralık 2010 Pazar

sevgili kış..




seni sevebilmek için bahaneler üretmeye çalışıyorum kendi kendime.. güzel geçmemenin sebebini seni sevemememle ilişkilendirdiğimden dolayı seninle ilgili yazılmış şiirlere bakıyorum mesela, belki fikrimi değiştirebilirim diye..

* "kar ayrılık hüznüdür ve ne çok
ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda.."
diye yakınıyor ahmet telli, haksız da sayılmaz hani.. bir de murathan mungan'dan dinleyelim bakalım seni:


* "kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.."
demiş o da,

yaz aşkları için de kabus bir mevsimsin anladık.. neyse devam edelim belki başka bir şeyler çıkar karşımıza avutmalık:

* "kadın beyoğlu'nun bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu.. adam da.. yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı aralık akşamlarında..

parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. kadının yüzünde bir hüzün.. hüzünlü aralık akşamında bir yüzük.. yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti... soğuğun ve karanlığın vehameti!"
diyor yılmaz erdoğan.. diğer tüm şairler gibi, onun için de pek iyi şeyler getirmemişsin anlaşılan!

yok böyle olmayacak, şiirlerden olumlu bir şey çıkarmak ne mümkün! seninle ilgili sevdiğim ne var diye düşünüyorum.. hımm sahlep var mesela, kestane kebap var.. bir de tabi ki boza! bütün pisliklerin üstünü örten o masum güzelliğini de seviyorum aslında ama ah bir de o ardından kalan çamur olmasa! zaten kırk yılda bir yağıyor yağarsa.. bir şey itiraf edeyim mi? hiç çekilmezsin bunlar da olmasa!

kışı seven insanlar neden seviyor acaba diye bir bakınmaya karar verdim en son..
"sevgili gerçekten sevense eğer, soğuyan elleri uzatıp sadece "üşüdüm" demek kafidir. sevgilinin ellerimi alıp kalbinde ısıtmasını hediye getirir kış her geldiğinde.." demiş biri.. heh işte bu oldu sanırım, yüzümde bir gülümseme şimdiden belirdi!

"eyy karadut! ilk hedefin eldivenlerini atıp üşüyen ellerini sevgiline uzatmak" diyor içimdeki küçük cansu'lardan en muzur olanı! "kalbinde ısıtsın ama" diyor en romantiği.. "sadece ellerim üşümüyor ki ama benim" diyor en yaramazı!

volkan konak var fonda: "bir yemincuk yapsana da sen benum olduğuni...." seviyorum bu adamı! tamam tamam seni de tüm soğuğuna ve sevimsizliğine rağmen sevmeye çalışıyorum işte.. e çabalıyorum en azından canım, gelme üstüme! :)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Varmış Bir Yok...


Şekerden bir ev hayaliyle çıkmıştım yola.. Yürürken, beni bulasınız diye kuru ekmek kırıntıları da bırakmıştım aslında.. Ama dönüp arkama baktığımda, kuşların kırıntıları yediğini gördüm.. Adettendir diyerek bir dilek tuttum, yürümeyi sürdürdüm..

Az gittim uz gittim.. Bilmiyorum şimdi nerdeyim, tuttuğum dileğin hangi köşesindeyim.. (Hatta daha da beteri herhangi bir yerinde miyim?!)

Hani olur ya, bazen insan lüzumsuz hisseder hayatını, kendini.. Size de olur mu bilmem, hani eksilseniz hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi.. Bir nevi matematikteki etkisiz eleman vaziyeti..

Ormanın neresindeyim hiç bilmiyorum.. Şekerden evime daha çok var mıdır? Beni bir yerde bekleyen şekerden bir ev gerçekten var mıdır? Doğru yolda mıyım? Bu yol nereye çıkar ya da aslında nereye çıkmalıdır?

Ben bir ışık ararken çöküverdi karanlık.. Sisli, puslu şimdi ortalık.. Kurtlar pusuda biliyorum, kaçmaya mecalim yok.. Kalıp dirensem neye yarar, nereye kadar?! Uluyorlar, seslerini duyuyorum.. Korkuyorum.. "Beni bulun" diyorum, yardımınızı istiyorum.. Oysa sesim size ulaşamaz biliyorum.. Yazılıp sahibine hiç verilememiş bir mektup gibi umutsuz, açılmayan bir telefon gibi kırgın öylece duruyorum..

Beni bulun diye attığım ekmekleri zaten kuşlar yedi.. Dursaydı o kırıntılar ve siz buna rağmen gelmeseydiniz daha da kötü hissederdim kendimi.. (Böyle olması daha hayırlıymış demek ki)

Uluma sesleri yakınlaştı, kulaklarımı ellerimle kapatırken bir yandan da sımsıkı yumuyorum gözlerimi.. Düşünüyorum da, ha ben eksik ha ben fazla ne fark eder ki, öyle değil mi?!..

11 Aralık 2010 Cumartesi

tabii ki ben böyle olduğum için bahar..


"burada yağmur yağıyor
aralıksız yağıyor günlerdir
ama sen yine de şemsiyeni
almadan gel ilk otobüsle.."


sizi bilmem ama ben, ilkbaharı hiçbir mevsime değişmem!

"bütün bir senen nasıl geçiyor" diye soracak olursanız, "bekleyişle" derim..

her sonbahar gelişinde sarı sarı yapraklarla kuru dallar arasında aklıma gelen tek şey ilkbahardır benim! kışın soğuktan donarken de, yazın sıcaktan pişerken de..

tabiat kanunu gereği hepsinden teker teker geçsem bile, aldatmam onu hiçbir mevsimle..

oysa daha ne çok var gelişine.. bir çocuğu avutur gibi konuşuyorum kendimle "yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz bir de bakmışıııızz gelmişsin bile"

bir an evvel gel istiyorum!

döktüğün onca yapraktan, baş ettiğin rüzgarlardan, göğüs gerdiğin soğuklardan sonra yeniden çiçeklenebilmeyi, hayatı her şeye rağmen tüm sevecenliğinle kucaklayabilmeyi anlat bana tüm içtenliğinle!

gel de bembeyaz kağıtlara çizeyim kalbimdekileri.. hayata yeniden gülümseyen ağaçlarına, gül dallarına bağlayayım kırmızı kurdeleleri!

gel ki yeniden doğalım birlikte her sene..

bardaktan boşanırcasına yağıyor yağmur bugünlerde.. ama senin yağmurların gibi narin ve yumuşak değil ki! olabildiğine sert, insanın canını acıtmak istermiş gibi.. sıcak da değil üstelik.. soğuk, çok soğuk!

özledim senin yağmurlarını hissetmeyi, şemsiyeyi bir kenara fırlatıp altında doya doya ıslanabilmeyi.. bu yağmurları izlemek dahi keyifli değil halbuki!

bir an evvel gel, daha fazla özletme kendini! seni bekliyorum, aklımda şairin dizeleri:

"yağmur yağar akasyalar ıslanır
ben yağmura deli, buluta deli
bir büyük oyun yaşamak dediğin
beni ya sevmeli ya öldürmeli!"


ha bu arada, gelirken yanına yaşam enerjimi almayı unutma e mi!

seviyorum seni..

4 Aralık 2010 Cumartesi

o yol ki yara bere içinde komadan bırakmıyor hiçbirimizi..


yemek çok sıcaksa üflerdi annem yedirmeden önce, yakmasın diye dilimi.. tentürdiyotla ıslatılmış pamuğu yaralarıma değdirirken yine üflerdi, canımın acısı hafiflesin diye.. hafiflerdi de.. tılsımlı bir şeydi sanki onun nefesi..

"babaaaa enimiinee yapar mısın?" derdim bir yerim ağrıdığında.. bir yandan sırtımı sıvazlarken bir yandan mırıl mırıl mırıldanırdı babam tılsımlı sözleri.. çook sonraları öğrendim, aslında "elim iyiliğe" dediğini..

küçükken böyledir.. bütün ağrılarınızın, acılarınızın ilacı aileniz olabilir gibi gelir..

büyümek en çok bu yüzden acıtır işte! size yaratılan, sizin sonuna kadar inandığınız tılsımlı ve korunaklı dünya siz büyüdükçe yerle bir oluverir..

babanızın "elim iyiliğe" demesini saçma bulmaya başlarsınız.. en nihayetinde çocuk kandırmak için uydurulmuş bir şeydir.. annenizinse yemeklerinize üflemesine gerek bile yoktur artık çünkü diliniz eskisi kadar hassas değildir.. alışmıştır o da yanmalara, tıpkı sizin gibi..

yine de insan özlüyor öyle değil mi? hani şöyle uzatsam diyor kalbimi.. üflese annem tıpkı küçüklüğümdeki gibi.. acısı hafifler mi ki?!

1 Aralık 2010 Çarşamba

sobe!


olur da bir gün gözlerini yumarsan..
1'den başlayıp istediğin yere kadar sayarsan..
hani sağın solun önün arkan..
fazla uzaklara kaçmam, kaçamam..

çünkü masumum ben sana..

tül perdenin arkasına saklanacak kadar.. orada beni bulamayacağını umacak hatta kim bilir belki de için için beni kolaycacık bulmanı isteyecek kadar masum..

şeffafım ben sana..

o perdenin ardından sana bakarken gözlerim, bil ki kendimi en fazla bu kadar gizleyebilirim!

deme sakın "en nihayetinde bir perde işte, bu kadar anlamı mı olur?!"

benimki gibi saklanmak için kullanırsan mesela "çocukluk" olur..

açılır perde, "oyun" olur..

gün ışığının süzülmesine izin verirse ipeksi kanatları, "umut" olur..

pencerelerde beklerken sevdiğini, "sırdaş" olur..

sıkı sıkı örtünce görünmesin diye evin içi, "mahrem" olur..

"açma pencereni, perdeleri çek!" der şair, "engel" olur; "keder" olur..

küçük kız saçına takar, "gelin" olur..

ve perde iner, "final" olur!

şimdi bekliyorum tül bir perdenin ardında..
sen beni bul da, artık ne olursa olur!