19 Mart 2010 Cuma

Mucize..


Yol kenarındaki çingeneye rastladım dün.. Hiç değişmemiş biliyor musun?? Değişen o kadar çok şey varken o aynı o günkü gibi.. Senin arabandaydım bana o gülleri aldığın gün(dört kırmızı,bir mavi) dünse kendi arabamda.. Artık bir arabam var evet, senin yanımdaki koltukta belki de hiçbir zaman oturamayacağın bir arabam.. Oysa ne çok isterdim bunu.. Biliyorum dalga geçerdin, kızdırıp dururdun beni sürekli ama olsun..

Aslına bakarsan ben zaten nereye gitsem seni de yanımda götürüyorum.. O gün gittiğimiz çay bahçesine gittim geçenlerde.. Yakamoz'du ya adı, o da değişmiş.. Düşünüyorum da aylardan nisan olmasına rağmen ne soğuktu o gün.. Artık üşümem için havanın soğuk olmasına gerek yok.. Sıcak havalarda bile titrediğim oluyor bazen.. Seni düşününce de içim ısınmıyor kaç zamandır..

Denize yakın bir masaya oturdum yine, tıpkı o günkü gibi.. Seyredaldım sonra denizi.. Şairin dizeleri geldi aklıma, hani diyor ya: "Sensiz de denizi seyredebiliyorum/ Hem dalgaların dili seninkinden açık/ Ne kadar hatırlatsan kendini boş/ Sensiz de seni sevebiliyorum.." Gözlerimden süzülen yaşları çok sonra farkettim sanırım.. Bu aralar böyleyim, olur olmaz ağlayıveriyorum.. Seni ilk gördüğüm yerde hiçbir şey söylemeden boynuna atlayıp avaz avaz ağlamak geçiyor içimden bazen.. Sen hiçbir şey sorma istiyorum, hiçbir şey söyleme.. Susalım birlikte.. "Seninle susmak istiyorum" çoğu insana çok saçma bir cümle gelebilir, çünkü çok az insan sevdiği kişinin omzundan denizi seyrederken hiçbir şey konuşmamanın verdiği huzura erebilmiştir..

Huzur.. En garibi de bu biliyor musun, onca huzursuzluğun, ne yapacağını bilememenin ve kararsızlığın içindeyken bile seninle ne kadar da huzurluymuşum.. Gelen huzursuz bir telefonla her şeyi bırakıp kalkmak zorunda kalmıştık mesela, üstelik tostlarımızdan birer ısırık alabilmişken daha.. Yol boyu özür üstüne özür dilemiştin benden, aslına bakarsan tam olarak ne dediğini bile hatırlamıyorum çünkü o an bir mucize olsun diye dua etmekle meşguldüm.. İşin ilginci olmuştu da..

Ve ben dün, deniz kenarındaki o masada, tek başına, tam da geçmişte yaşananları düşündüğüm o anda, yine avuç açtım Allah'a: "NE OLURSUN, BİR MUCİZE DAHA.."

11 Mart 2010 Perşembe

Sorgu..

"Seni gördükçe aldığım kararı sorguluyorum" dedi adam.. Kız, adamın neyi sorguladığını sorgulamadı o an.. Yorulmuştu çünkü artık O'nu anlamlandırmaya çalışmaktan..

Anlamsızdı adam.. Ağzından çıkan cümlelerde mantık aramaya çoktan son vermişti kız.. İşin ilginci adamın o cümleleri dünyanın en mantıklı tezini savunurcasına kuruyor olmasıydı.. Esas sorun da buydu ya zaten: adamın 'kuruyor' olması..

Bazen O'nunla yaşadıklarının bir kurgu olduğuna inanıyordu kız.. Adam en başından en sonunu biliyordu, değil bir adım sonrasını belki de on adım sonrasını bile hesaplamıştı.. O'na çok sinirlendiği zamanlarda bazen böyle düşünse de her şeye rağmen inanmak istiyordu adama.. Bir yanı tüm olanlara rağmen bir çocuk saffetiyle inanıyordu da.. Peki ya öbür yanı? Öbür yanı "inanma" diyordu durmadan.. O yalan söyledi sana.. Hem sana verdiği sözlere sadık kaldı mı ki?? Niye inanasın O'na?! Saçmalama!!
Elindeki tahlil sonuçlarına bakarken bunları geçiriverdi kız aklından ışık hızıyla ve sonra kendi kendine dedi ki: "Kim bilir belki de bu sonuçları öğrense rahatlar.. Ölürsem bir daha karşısına çıkma ihtimalim olmaz çünkü.. Sonra kalan sağlar huzur bulur.."

Saçmaydı düşündükleri, belki de değildi.. Sorgulamadı içinden bir anda geçen bu cümleleri..Bir sene öncesine gitti sonra.. Bir sene önce yine tam bu zamanlarda internette vermişti O'na hastalık haberini.. İstanbul'a geldiğinde ilk işi kıza ulaşmak olmuştu adamın.. (Bu sözünü tutmuştu adam, hakkını teslim etmek lazım) Sonra o sancılı süreç boyunca hep aramıştı, sormuştu, yanında olmuştu.. Hatta ailesiyle bile tanıştırmıştı kızı.. Kız o günü hatırlayınca bir tebessüm kapladı dudaklarını.. Güzeldi diye düşündü.. Sonra kızın endişelenilecek bir durumu kalmayınca kaybolmuştu adam, kızı nasıl bir acıya düşürdüğüne hiç aldırmadan.. Adamın bunları vicdanı için mi yoksa kızı sevdiği için mi yaptığını sorguladı kız.. Cevabını bulamadı..
Şimdi O'na söylemeli miydi? Söylerse aynı hikayeyi yeni baştan yaşayacaktı muhtemelen.. Bir yandan da ihtiyacını hissettiği, yaslanmak istediği tek omuz adamınkiydi.. Kendine öfkelendi kız.. Hatta sövdü durdu, elinden gelse işe yarayacağını bilse döverdi de kendini.. Neden hala sevindiğinde ilk O'nunla paylaşmak istiyordu hissettiklerini, neden üzüldüğünde yanında olmasını istediği kişi O'ydu da bir başkası değildi??!! Kararını verdi, "Bilmeyecek" dedi..
Sorguluyordu kız.. Adam onu görmese hayatına aldığı kararı sorgulamadan huzurlu bir şekilde devam edecekti, öyle demişti.. Anlamıyordu.. Çünkü kız O'nu görmese de koruyordu adam kızın kalbindeki ve fikrindeki yerini.. Kız adamın yerinde olsaydı O'nu görmese de sorgulardı aldığı kararı.. Demek ki, diye düşündü "BENİ HİÇ SEVMEDİ" Çocuk yanı üzülüp ağladı bu karara bir süre ve burnunu çekip sordu ötekine "SAHİDEN, HİÇ Mİ?!"

8 Mart 2010 Pazartesi

Beni Bırakma..

Lisedeyken okuduğum ve beğendiğim kısımlarının altını çizdiğim (ki ben her kitabımda mutlaka bu ritüeli uygularım) bir kitaba gitti elim.. Herkesin okuduğunda "hissettiklerimi kaleme alsam bunun hemen hemen aynısı olurdu" dediği yazılar vardır mutlaka.. İşte ben de Kristal Denizaltı'da altını çizdiğim satırlarda bunu hissettim.. "Aynen öyle" dedim kendime.. Aynen böyle:

"Sen, belki de bu mektubu aslında sana yazdığımı hiç bilmeden okuyacaksın..

Elimin uzanamadığı yerlere kelimelerimle sokulmaya çalışmamın, kırılgan harflerden kurulmuş görünmez bir köprüden sana doğru yürürken düşmekten böylesine korkmamın, sana tek bir bakışla anlatabileceğime inandığım ve birçoğunun belki bir ismi bile olmayan birçok duygunun her birine isimler bulmaya uğraşmamın beni nasıl yaralayıp yorduğunu bilmeyeceksin..

İlerde bir gün bana çok karmaşık ve anlaşılmaz gözükecek olsalar da şu anda bana kendime saplamak için elimde tuttuğum çelik bir bıçak gibi sade ve içmeye hazırlandığım zehirli bir su gibi berrak gözüken duygularımın keskin ve yakıcı tadını, onların üstünü örten sözcüklerin altından çıkarıp çıkarmamakta duyduğum kararsızlığı da herhalde sana hiç anlatamayacağım..

Halbuki bütün korkunçluğu sadeliğinde gizli olan duygularım o kadar açık ki..

Yalnızım....

Kendimi yalnız hissediyorum ki bu yalnızlıktan da kötü..

Benim yalnızlığımı ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu anlayacak senden başka kimse yok..

Ve sen de yoksun..

Belki de hiç olmayacaksın..

Sözcüklerden oluşturmaya çalıştığım bir köprüden sana ulaşmaya çalışacağım..

Ve biliyor musun, sen bütün bunları okurken ben yazdıklarımı şakacı gülüşlerimle reddeceğim..

Beni bir gün görürsen, gördüğünün bu satırları sana yazan olduğuna inanmayacaksın..

Duyduğum aşkı, özlemi ve bunları duymaktan duyduğum korkuyu güvenli bir duruşun ardına saklayacağım..

Yüzümde satırlarımdan bir iz aradığında, onlar orda olmayacak..

Sana nasıl yalvardığımı hiç işitmeyeceksin, sıradan bir 'nasılsın' sözcüğü saklayacak o yalvarışı..

Ama bütün bunlar; bu sahte kibir, bu şakacı gülüş, bu sıradan 'nasılsın' sözü, bu güvenli duruş içimdeki sesi dindirmeyecek..

Bütün bunlara hiç aldırmadan bana sarılmanı bekleyeceğim..

Bazen benden babandan korktuğun gibi korktuğunu, bazen beni çocuğunu okşar gibi okşadığını görmek isteyeceğim..

Aralarında dolaştığım kalabalıklar içinde benim yalnızlığımı gören ve kendimi yalnız hissetmemin yalnızlıktan da kötü olduğunu sezen bir tek sen varsın..

O kadar sade ki duygularım..

Kırılgan bir köprüden sana doğru yürüyorum..

Sana ulaşamazsam, sesim ve kelimelerim sana değmezse ve sen bana bir daha dokunamazsan, işte o zaman, korkarım sonsuz ve sensiz bir boşluğa yapayalnız düşeceğim..

Beni tut, her şeye rağmen tut.."

7 Mart 2010 Pazar

Neden-Sonuç :))

Günlük tutardım eskiden.. Günlük dediysem öyle yazın öğretmenlerin verdiği ödev için -muhtemelen tatilin bitimine birkaç gün kala bitirilmeye uğraşılan- "bugün kalktım, elimi yüzümü yıkadım..." gibi değil.. Yaşadığım, beni derinden etkileyen olayları el ayak çekilince yazardım günlüğüme.. Kimi zaman yüzümde tebessümle kimi zamansa yanağımdan süzülen yaşlarla kaleme alırdım yaşadıklarımı.. Ne vakit vazgeçtim günlük yazmaktan, ne vakit küstüm o sadık dostuma bilmiyorum.. Sanırım büyük bir mutluluktan sonsuz bir kedere düştüğümü hissettiğimde bunu görmezden gelmek için, yaşadıklarımı yaşanmamış kabul etmek içindi.. Görmezden gelince yok oldu mu, olmadı tabi.. Tek bildiğim o gün bugündür kalemi elime almadığım-arada bir yazdığım şiirleri saymazsak-

Şimdi neden yazıyorum peki? Hani yeni yıla girerken astrologlar her burcun aşk, para, sağlık ve iş başlıkları altında yılının nasıl geçeceğine dair yorumlar yaparlar.. Biz garibanlar da "Bu yıl işler pek yolunda gitmeyecekmiş ama hayatımın aşkını bulacakmışım" gibi saçmalıklara inanıp(inanmak isteyip) avunuruz.. Şu an hayatıma bakıyorum da o başlıkların hiçbirinden hayır yok bana.. Birinden birine sarılıyor olabilsem "İşim gücüm aşkım ve param olmayabilir ama en azından sağlığım yerinde çok şükür" diyebilsem belki de bu satırları yazmaya lüzum görmeyecektim yine.. Sığınacaktım "Bir gün ben de mutlu olacağım, çektiklerimin bir karşılığı olmalı bu hayatta mutlaka" türünden hayallere.. Ama sığınamıyorum ve bu yüzden yazıyorum.. Ruh halimi yansıttıkça, yazdıkça rahatlarım ümidiyle..